Konu ile ilgili ayetleri birleştirdiğimizde şöyle bir sonuç çıkmaktadır.Ayetler için bknz:
http://ozetkuran.blogspot.com.tr/p/ekonomik-meseleler.html
"Mülk Allah'ındır"
"Özel mülkiyet var.Bu mülklerden öşür veya cizye alınır.Zenginler zekat verir."
"Mallar zenginler arasında el değiştiren varlıklar olmaktan çıkmalı fakirler ve güçsüzler de bu imkanlardan yararlanmalı; bunu sağlayacak önlemler alınmalı."
"İhtiyaçtan fazlası infak edilmeli,fakat bu malın hepsini vermek anlamına gelmemeli"
"Kalan miras ,belli oranlar dahilinde pay edilmeli"
"Çalıştırdığın kişiyi geçim bakımından kendine eşitle,emeğinin karşılığını ver"
"Fey adı altında toplanan gelirlerin tamamı ile ganimet gelirlerinin beşte biri, sonuç olarak, Allah'a, Rasûlüne, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara tahsis edilmiştir. Bu durum, bu gelirlerin kamu mülkiyeti niteliğinde olduğunu gösterir. "
2.Hadisler:
"Henüz hiç kimsenin eline geçmemiş bulunan bir şey, onu ilk ele geçiren kimseye ait olur" (Ebû Dâvûd, İmâre, 36).
Kim ölü bir toprağı ihya ederse, bu toprak onun olur. Haksız verilen emek için bir hak yoktur" (Buhârî, Hars, 15; Ebû Dâvud İmâre, 37; Tirmizî, Akhâm, 38; Mâlik, Muvatta', Akdiye, 26, 27; Dârimî, Büyû', 65).
"Âd'tan kalma Allah'ın, Rasûlünün ve sonra sizindir. Kim ölü araziyi ihya ederse ona sahip olur. Çeviren üç yıl içinde ihya etmemişse, bundan sonra bir hakkı kalmaz" (Ebû Yûsuf, el-Harâc, Kahire,1396, s. 70).
Hz. Ömer şöyle belirtmiştir: "Ölü araziyi kim ihya ederse onun olur. Çeviren üç yıl içinde ihya etmezse, çevirdiği arazi üzerinde bir hakkı kalmaz" ((Ebû Yûsuf, el-Harâc, Kahire,1396, s. 71).
"Ebyad b. Hammal'dan nakledildiğine göre, bu zat Hz. Peygamber'i ziyaret ederek yerini belirttiği tuzluğun kendisine ikta edilmesini istemiş ve Hz. Peygamber de ikta etmişti. Tam oradan ayrılacağı sırada, orada bulunanlardan birisi, Hz. Peygamber'e; "Neyi ikta ettiğinizi biliyor musunuz, ya Rasülullah? Siz ona sanki bir kaynak su ikta etmiş oldunuz" demiştir. Ravi Ebyad bunun üzerine o ikta, Hz. Peygamber'in geri aldığını ilâve etmiştir" (Ebû Dâvûd, İmâre, 36; Tirmizî, Ahkâm, 39; İbn Mâce, Ruhûn, h. no: 2475).
Not: Altın, gümüş damarları gibi miktarı sınırlı, az olan madenlere fertlerin sahib olması : Resulullah (SAV)'in Bill b. Haris elMüzen'ye Hicaz'da miktarı sınırlı Kıbeliyye madeninin mülkiyetini vermiştir. Bill, Peygamber'den bu madenlerin gelir ve mülkiyetini kendisine vermeyi istemiş, o da vermişti.??!
Müslümanlar üç şeyde ortaktır: Su, mer'a, ateş." (Buhari, Buyu 3016)
Mina, geçip giden her kimsenin konak yeridir." (Tirmizi, Hacc)
"Kişilerin koru (himâ) hakkı yoktur. Ancak Allah ve Rasûlünün koru hakkı vardır" (Buhârî, Cihâd, 136, Müsâkât, 11; İbn Hanbel, Müsned, IV, 38, 71, 73) buyurarak koru'ya ilişkin düzenleme yetkisini İslâm devletine verdi.
Himâ:Câhiliye devrinde, nüfuzlu bir kişi hayvanları için otlak bir yeri seçer, köpek sesinin ulaşabileceği kadar çevreyi belirler, orasını kendi korusu haline getirirdi. Başkası buraya hayvanını sokamaz, fakat o, diğer yerlerden de yararlanırdı.
Mirbâ (başkan payı):Cahiliye devrinde başkan savaştan elde edilen ganimetin dörtte birini ve buna ek olarak tüm ganimetin içinden beğendiklerini alırdı. Yine yolda ele geçirilenler ve bölüştürülmesi mümkün olmayan ganimet fazlası şeyleri de başkan alırdı. İslâm ganimetlerle ilgili bir dizi düzenlemeler getirerek bu konudaki statüyü belirledi (bk. Buhârî, Teyemmüm, 1, Salât, 56, Humus, 8; Müslim, Zühd, 16, Mesâcid, 513; Ebû Dâvud, Cihad, 121; Tirmizî, Enfal Sûresi Tefsiri, 8: el-Kâsânî, a.g.e., VIII, 116 vd.; Kurtubî, Tefsîr, VIII, 13 vd.).
Bu düzenlemeye göre, ganimetin beşte biri kamu ihtiyaçlarına ayrılır, beşte dördü de gazilere bölüştürülür.
Muâhât (kardeşleştirme):Allah'ın elçisi M. 622 yılında Mekke'den Medîne'ye hicret sonucunda evini barkını Mekke'de bırakan Muhacirlerle Medineli Ensarı kardeşleştirdi. Ensar, mallarının yarısını Muhacirlere mülk olarak vermek istemişse de Allah'ın elçisi, toprağı ekip biçmede ürünü paylaşmak üzere ortakçılık tavsiye etti. Bu uygulama Hayber veya Fedek arazilerinin müslümanların eline geçmesine kadar sürdü. Bu yeni fethedilen topraklardan Mühacirlere ganimet verilmesi üzerine, Ensar kardeşlerinin yarıcılıkla işledikleri bağ, bahçe veya arazilerini geri verdiler (Tecrid-i Sarih Tercemesi, VII, 75, 147, VIII, 55).
Hz. Ali’ye, İbn-i Abbas aracılığıyla gönderilen bir dilekçede, “Bulunduğum bölgede bazı kişiler, kendilerine toprak verilmesini, bu toprakları işleteceklerini söylüyorlar. Ne dersin?” diye yazıyor. Hz. Ali de bir cevap yazıyor. Hz. Ali diyor ki; “Eğer orada bulunan halkın rızası varsa ve onlar toprağı ekip biçtikten sonra, toprakta yoksulun hakkını, Allah’ın hakkını vereceklerse, orada bulunan topraklar Allah’ın insanlara bir nimetidir ve bütün Müslümanlar onda eşittir. O zaman o toprağın kullanım hakkını onlara ver. O toprakların sahibi ben olmadığım için, bana ait olmayan bir şeyin başkasına verilmesi zaten benim yetkimde değil.”Kaynak:??!
3.Uygulama Örnekleri:
İslâm tarihi boyunca tatbikatta arazi mülkiyetini kısaca gözden geçirecek olursak:
A. Hz. Peygamber (sav) Devri:
Hz. Peygamber (sav) Medine'ye hicret edince orada ilk İslâm Site-Devleti'ni kurdu ve muhâcirler, ensâr ve yerli yahûdilerin tâbî olduğu bir anayasa hazırladı. Buradaki uygulamada husûsî toprak mülkiyetine yer verildiğini, kimsenin toprağına dokunulmadığını görüyoruz.
Yine ilk tatbikattan anlaşıldığına göre sahipsiz ve işlenmemiş topraklar devlete (Allah ve Rasülü'ne (sav)) aittir; devlet onu dilediğine verir, dilediği gibi tasarruf eder.
Fey ismi verilen ve savaşsız ele geçirilen topraklar ise ganimet toprakların beşte biri gibi muâmele görmüş ve bu topraklardan bazı parçalar, Rasûlullâh (sav) tarafından bazı şahıslara iktâ edilmiş; yâni mâlikâne olarak verilmiştir.
Rasulullah (s.a.s) üç türlü uygulama yapmıştır. Benu Kurayza ve Benu Nadir arazini dağıtmış, Mekke arazisini dağıtmamış, Hayber topraklarını ise kısmen dağıtmıştır (İbnü'l-Hümam, a.g.e., VI, 32; eş-Şevkânî, a.g.e., VIII,14-17; Fahri Demir, a.g.e., s. 202 vd.).
B. Hz. Ömer Devri:
Hz. Ömer devrinde Suriye ve bilhassa Irak fethedilince ele geçirilen toprakların kime ait olacağı mevzûu ortaya çıkmış, tartışılmış ve bir karara bağlanmıştır. Ehemmiyetine binâen bu münakaşa ve kararı, İmam Ebû Yûsuf'un Kitâbu'l-Harâc'ından hulâsa ediyoruz:
Bilâl b. Rabâh'ın temsil ettiği bir gurup gâzi, Irak topraklarının, aralarında paylaştırılması husûsunda ısrar edince Kumandan Sa'd b. Ebî Vakkas durumu Hz. Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer meseleyi, sahâbenin ileri gelenleri ile görüştü. Abdurrahman b. Avf "bunun bir ganimet olduğunu, dağıtılması gerektiğini" ileri sürüyordu.
Hz. Ömer ise "dağıtılmayıp bütün müslümanlar (devlet) nâmına vakfedilmesini, işletilmesini; alınacak vergiden (harâc) mevcut ve gelecek bütün müslümanların istifade etmesini ileri sürüyor; "aksi halde yetimler, dullar, fakirler ne olacak, sınırları ve bu toprakları kim koruyacak?" diyordu.
Hz. Ali, Osman, Talha ve İbn Ömer de halifeyi desteklediler. Halife, ensârdan on kişi davet ederek meseleyi bir de onlarla görüştü, tasviplerini aldı. Bütün bu istişâreler sonunda, kendi görüşü istikametinde karara vardı ve bunu tatbik etti. Alınan karara göre fethedilen arazi (arazi-i harâciyye) ölçülüyor, işletecek olan eski sahibi veya bir başkasına teslim ediliyor, zaman ve yerin şartlarına göre harâc ismiyle bir vergi isteniyordu.
Bu vergi, çıkan mahsülün muayyen bir kısmı olabileceği gibi (mukâseme), önceden tesbit edilmiş bir meblağ da olabiliyordu (muvazzaf). Mülk arazi ise öşriyye ismiyle anılmakta ve sahibi, çıkan mahsulün onda veya yirmide birini hususî zekât tahsildarına ödemekte idi.
İşte bu tatbikat, daha sonraki devrelerde de İslâm toprak rejimine temel teşkil etmiştir. Hz. Ömer bu re'yinde fey âyetine dayanıyor, toprak mevzûunda bu âyetin tatbik edilmesi gerektiğini söylüyordu. Zirâ Allah teâlâ fey âyetinde şöyle buyuruyordu:
"Ey iman edenler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamber'ine verdiği şeyler için siz, ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah Peygamber'ine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah her şeye kaadirdir. Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından peygamberine verdikleri; Allah, peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; içinizdeki zenginler arasında, elden ele dolaşması için değildir. Peygamber size ne verirse onu alın; sizi neden menederse ondan geri durun..."Enfal suresi
Bu devrede devlet arazisinden (harâcî araziden) bazı parçalar halifeler tarafından makul ve meşrû sebeplere bazı şahıslara verilmiş; yani ıktâ edilmiştir. Bu cümleden olarak Hz. Ömer, Kisrâ ve yakınlarına ait iken devlete intikal eden araziden ıktâ'lar yapmış, Hz. Osman da Sâ'd, İbn Mes'ûd, Habbâb gibi sahâbeye bazı arâzilerin hem mülkiyetini, hem de haracını ıktâ eylemiştir.
C. Emevîler Devri:
Daha çok bu devir ile Abbâsiler'in ilk devrinde yaşayan müctehid imamlar, toprak mülkiyetinin nazariyesi üzerine eğilmişlerdir:
İlgili âyetler ile Hz. Peygamber (sav) ve sahabenin tatbikatını birikte gözönüne alan ve te'lif eden mezkûr müctehidler, fethedilen toprakların mülkiyeti mevzûunda şu neticelere varmışlardır:
a) İmam Şâfiî: Savaş ile fethedilen toprakları devlet başkanı, gâzilere dağıtmak mecburiyetindedir; nitekim Hz. Peygamber (sav) Hayber'i dağıtmıştır. Hz. Ömer'in Irak topraklarını dağıtmaması gâzileri razı etmek suretiyle olmuştur.
b) İmam Mâlik: Fethedilen arazi dağıtılamaz; bütün müslümanlar lehine vakıftır; topraktan elde edilen vergi (harac) ordunun techizi, köprü ve cami inşâsı gibi hayırlı işlere sarfedilir. Ancak devlet başkanı bazı zamanlarda dağıtmayı, müslümanların hayrına görürse dağıtabilir.
c) Ahmed b. Hanbel: Devlet başkanı, müslümanların hayrını ve menfaatlerini gözetmek şartıyle muhayyerdir: Bütün müslümanlar namına vakfetmek, dağıtmak, kısmen dağıtmak şıklarından birisini tercih edebilir. Nitekim Rasûlullah (sav) her üçünü de yapmıştır; Kurayza ve Nadir arazisini dağıtmış, Mekke arazisini dağıtmamış, Hayber arazisini ise kısmen dağıtmıştır.
d) Hanefîler: Devlet başkanı fethedilen toprağı dağıtmak, eski sahiplerinin mülkiyetinde bırakmak ve harâc almak, devlete maledip başkalarını yerleştirmek hususlarında serbesttir.
Emevîler'den Abdulmelik zamanına kadar, arazi işlerini yukarda arzedilen şekillerde idare eden dairelerde (divan) kullanılan yazı dili ve memurlar mahallî idi; fetih sırasında devralındığı gibi devam ediyordu. Abdulmelik'in emriyle kütükler Arapçaya çevrildi ve memurlar müslüman Araplar'la değiştirildi.
D. Abbâsîler Devri:
Bu devre kadar arazinin daha çok öşrî ve harâci nevî'lerinin bulunduğunu, öşrî arazinin fatih müslümanların veya onlardan intikal etmek suretiyle diğer müslümanların mülkü olan topraklardan ibaret olduğunu, harâci arazinin ise mülkiyeti ya devlete, ya eski gayr-i müslim sahiplerine, yahut da bunlardan intikal etmek suretiyle müslümanlara ait topraklardan ibaret bulunduğunu görüyoruz.
Bu arada Hz. Peygamber (sav) ve halifelerinin, devlete ait sahipsiz araziden bazı parçaları, İslâm'a hizmet eden bazı âlim, sâlih ve gâzi kişilere ıktâ ettiklerini de tesbit etmiş bulunuyoruz. Ancak bu ıktâ'ların hem miktarlarının az olduğunu, hem de ıktâ'ı-temlik yoluyla yani verilen şahsın mülkü olmak üzere verildiğini de biliyoruz.
Abbâsîler devrinde ıktâ'ı-temlik devam etmekle beraber başka bir ıktâ nev'i yaygın hale geldi. Bu devirde ordu ücretli hale gelmişti. Ordunun ihtiyaçları, hazineye ait vergilerin tahsil edilip maaş olarak dağıtılması yerine doğrudan doğruya arazî gelirine bağlandı. Buna göre devlete ait vergileri bizzat toplayıp maiyyetindeki askerlerin masrafını karşılamaları için muayyen ölçülerdeki topraklar kumandanlara ıktâ ediliyordu. Bu ıktâlarda topraklar, kumandanlara mülk olarak verilmiyor, yalnızca vergiyi toplama ve sarfetme selâhiyeti verilmiş oluyordu. Devlete ait vergilere dayanan bu ıktâ şekli (ıktâ'ı-istiğlâl) daha sonraki devirler için de örnek teşkil etmiştir.
5.Yorumlar:
A- Tüm mülk Allah'ın ,dolayısıyla Allah'ın kanunlarını uygulayan devletin olduğu için ,devlet zulüm yapmadan bu topraklara el koyabilir.Feth edilen topraklardaki sahipsiz topraklar usulüne uygun taksim edilirken,sahipli topraklardan haraç alınır.Bu topraklar satılır, miras bırakılabilir.İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1306, III, 288), (Ebû Yusuf, el-Harâc, 62, 63, 64, 65),(er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XXIX, 284-285).
B-Feth edilen toprakların nasıl paylaşılacağı mezhepler arasında farklılık gösterir.
C- İslam üretilenin bölüşümünü düzenler ve bunun nasıl olacağı ana ilkelerle açıklanır.Uygulamada daha iyiye ulaşabilmek için görüş farklılıkları vardır.
6.Sonuç:
A- İslam bir ekonomik model önermez .Fakat bu başıbozukluk ve düzensizlik demek değildir.İslam'ın ana kriterleri vardır ve ekonomik sistemi de bu kriterlere uymak zorundadır.
B- İslamın ana prensibi olan adalet, paylaşım ve sosyal barış mülkiyet hususunda da dikkate alınmalı.
C-Toprakların bir kısmı, yoksulun vb. nin geçimi için ayrılmalıdır.
D- Sınıfsal farklılıkları en aza indirecek önlemler alınmalıdır.Bunu sağlarken sermaye birikimi sağlamak için ortaklıklar teşvik edilmelidir.Bir kula on pul,on kula bir pul sistemi islami sisteme yakışmaz...
E- Çalışanlar asgari ihtiyaçlarını çalıştıranlarla eşit karşılayabilmelidir.Bunu sağlayacak ücret sistemi geliştirilmelidir.(allahdostuseyyid)
F- Ganimetlerden gazilere pay verilmesi ,emeği geçenlerin ,çalışanların mal edinmede daha fazla hakları olduğu anlamına gelir.
G- Hicret dönemindeki Ensar -Muhacir mal paylaşımı hem mülkiyet hakkının ,hem de adil bir paylaşımın en büyük delilidir.
H- Fey ve ganimet ayetleri incelendiğinde devlet gelirlerinin 1/5'inin yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara ayrılması gerekir.Bu da sosyal devlettir.
I- Koru çevirmeme hadisi büyük toprak ağalığının engellenmesi gerektiğini gösterir.
İ- Müslümanların üç şeyde ortak olması hadisi kamu mülkiyetini gösterir ve bunlar:
Su: Denizler göller, ırmaklar vb. ortak yararlanma hakkını kapsar.
Mera: Dağları,ormanları, ovaları vb. kapsar
Ateş: Petrol, gaz ve madenler...
"Ebyad b. Hammal'dan nakledildiğine göre, bu zat Hz. Peygamber'i ziyaret ederek yerini belirttiği tuzluğun kendisine ikta edilmesini istemiş ve Hz. Peygamber de ikta etmişti. Tam oradan ayrılacağı sırada, orada bulunanlardan birisi, Hz. Peygamber'e; "Neyi ikta ettiğinizi biliyor musunuz, ya Rasülullah? Siz ona sanki bir kaynak su ikta etmiş oldunuz" demiştir. Ravi Ebyad bunun üzerine o ikta, Hz. Peygamber'in geri aldığını ilâve etmiştir" (Ebû Dâvûd, İmâre, 36; Tirmizî, Ahkâm, 39; İbn Mâce, Ruhûn, h. no: 2475).
Not: Altın, gümüş damarları gibi miktarı sınırlı, az olan madenlere fertlerin sahib olması : Resulullah (SAV)'in Bill b. Haris elMüzen'ye Hicaz'da miktarı sınırlı Kıbeliyye madeninin mülkiyetini vermiştir. Bill, Peygamber'den bu madenlerin gelir ve mülkiyetini kendisine vermeyi istemiş, o da vermişti.??!
Müslümanlar üç şeyde ortaktır: Su, mer'a, ateş." (Buhari, Buyu 3016)
Mina, geçip giden her kimsenin konak yeridir." (Tirmizi, Hacc)
"Kişilerin koru (himâ) hakkı yoktur. Ancak Allah ve Rasûlünün koru hakkı vardır" (Buhârî, Cihâd, 136, Müsâkât, 11; İbn Hanbel, Müsned, IV, 38, 71, 73) buyurarak koru'ya ilişkin düzenleme yetkisini İslâm devletine verdi.
Himâ:Câhiliye devrinde, nüfuzlu bir kişi hayvanları için otlak bir yeri seçer, köpek sesinin ulaşabileceği kadar çevreyi belirler, orasını kendi korusu haline getirirdi. Başkası buraya hayvanını sokamaz, fakat o, diğer yerlerden de yararlanırdı.
Mirbâ (başkan payı):Cahiliye devrinde başkan savaştan elde edilen ganimetin dörtte birini ve buna ek olarak tüm ganimetin içinden beğendiklerini alırdı. Yine yolda ele geçirilenler ve bölüştürülmesi mümkün olmayan ganimet fazlası şeyleri de başkan alırdı. İslâm ganimetlerle ilgili bir dizi düzenlemeler getirerek bu konudaki statüyü belirledi (bk. Buhârî, Teyemmüm, 1, Salât, 56, Humus, 8; Müslim, Zühd, 16, Mesâcid, 513; Ebû Dâvud, Cihad, 121; Tirmizî, Enfal Sûresi Tefsiri, 8: el-Kâsânî, a.g.e., VIII, 116 vd.; Kurtubî, Tefsîr, VIII, 13 vd.).
Bu düzenlemeye göre, ganimetin beşte biri kamu ihtiyaçlarına ayrılır, beşte dördü de gazilere bölüştürülür.
Muâhât (kardeşleştirme):Allah'ın elçisi M. 622 yılında Mekke'den Medîne'ye hicret sonucunda evini barkını Mekke'de bırakan Muhacirlerle Medineli Ensarı kardeşleştirdi. Ensar, mallarının yarısını Muhacirlere mülk olarak vermek istemişse de Allah'ın elçisi, toprağı ekip biçmede ürünü paylaşmak üzere ortakçılık tavsiye etti. Bu uygulama Hayber veya Fedek arazilerinin müslümanların eline geçmesine kadar sürdü. Bu yeni fethedilen topraklardan Mühacirlere ganimet verilmesi üzerine, Ensar kardeşlerinin yarıcılıkla işledikleri bağ, bahçe veya arazilerini geri verdiler (Tecrid-i Sarih Tercemesi, VII, 75, 147, VIII, 55).
Hz. Ali’ye, İbn-i Abbas aracılığıyla gönderilen bir dilekçede, “Bulunduğum bölgede bazı kişiler, kendilerine toprak verilmesini, bu toprakları işleteceklerini söylüyorlar. Ne dersin?” diye yazıyor. Hz. Ali de bir cevap yazıyor. Hz. Ali diyor ki; “Eğer orada bulunan halkın rızası varsa ve onlar toprağı ekip biçtikten sonra, toprakta yoksulun hakkını, Allah’ın hakkını vereceklerse, orada bulunan topraklar Allah’ın insanlara bir nimetidir ve bütün Müslümanlar onda eşittir. O zaman o toprağın kullanım hakkını onlara ver. O toprakların sahibi ben olmadığım için, bana ait olmayan bir şeyin başkasına verilmesi zaten benim yetkimde değil.”Kaynak:??!
3.Uygulama Örnekleri:
İslâm tarihi boyunca tatbikatta arazi mülkiyetini kısaca gözden geçirecek olursak:
A. Hz. Peygamber (sav) Devri:
Hz. Peygamber (sav) Medine'ye hicret edince orada ilk İslâm Site-Devleti'ni kurdu ve muhâcirler, ensâr ve yerli yahûdilerin tâbî olduğu bir anayasa hazırladı. Buradaki uygulamada husûsî toprak mülkiyetine yer verildiğini, kimsenin toprağına dokunulmadığını görüyoruz.
Yine ilk tatbikattan anlaşıldığına göre sahipsiz ve işlenmemiş topraklar devlete (Allah ve Rasülü'ne (sav)) aittir; devlet onu dilediğine verir, dilediği gibi tasarruf eder.
Savaş yoluyla düşmandan alınan topraklara gelince bunun ilk tatbikatına Hayber arazisinde tesadüf ediyoruz. Rivâyetler Rasûlullâh'ın (sav) Hayber arazisini -kısmen de olsa menkul ganimetler gibi- müslüman gazilere dağıttığında birleşiyor. Çünkü ganimet âyeti, savaşta alınan malın beşte birinin "Allah, Rasûlü (sav), Rasûlün yakınları, yetimler, fakirler, yolcular için ayrılmasını, geri kalan kısmının ise gazilere dağıtılmasını" âmirdir.
Ancak o devrede müslümanların ziraatle meşgul olacak insan ve zamanları olmadığı için mezkûr arazi eski sahiplerine -mahsulün muayyen bir miktarını almak üzere- bırakılmıştır.
Fey ismi verilen ve savaşsız ele geçirilen topraklar ise ganimet toprakların beşte biri gibi muâmele görmüş ve bu topraklardan bazı parçalar, Rasûlullâh (sav) tarafından bazı şahıslara iktâ edilmiş; yâni mâlikâne olarak verilmiştir.
Rasulullah (s.a.s) üç türlü uygulama yapmıştır. Benu Kurayza ve Benu Nadir arazini dağıtmış, Mekke arazisini dağıtmamış, Hayber topraklarını ise kısmen dağıtmıştır (İbnü'l-Hümam, a.g.e., VI, 32; eş-Şevkânî, a.g.e., VIII,14-17; Fahri Demir, a.g.e., s. 202 vd.).
B. Hz. Ömer Devri:
Hz. Ömer devrinde Suriye ve bilhassa Irak fethedilince ele geçirilen toprakların kime ait olacağı mevzûu ortaya çıkmış, tartışılmış ve bir karara bağlanmıştır. Ehemmiyetine binâen bu münakaşa ve kararı, İmam Ebû Yûsuf'un Kitâbu'l-Harâc'ından hulâsa ediyoruz:
Bilâl b. Rabâh'ın temsil ettiği bir gurup gâzi, Irak topraklarının, aralarında paylaştırılması husûsunda ısrar edince Kumandan Sa'd b. Ebî Vakkas durumu Hz. Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer meseleyi, sahâbenin ileri gelenleri ile görüştü. Abdurrahman b. Avf "bunun bir ganimet olduğunu, dağıtılması gerektiğini" ileri sürüyordu.
Hz. Ömer ise "dağıtılmayıp bütün müslümanlar (devlet) nâmına vakfedilmesini, işletilmesini; alınacak vergiden (harâc) mevcut ve gelecek bütün müslümanların istifade etmesini ileri sürüyor; "aksi halde yetimler, dullar, fakirler ne olacak, sınırları ve bu toprakları kim koruyacak?" diyordu.
Hz. Ali, Osman, Talha ve İbn Ömer de halifeyi desteklediler. Halife, ensârdan on kişi davet ederek meseleyi bir de onlarla görüştü, tasviplerini aldı. Bütün bu istişâreler sonunda, kendi görüşü istikametinde karara vardı ve bunu tatbik etti. Alınan karara göre fethedilen arazi (arazi-i harâciyye) ölçülüyor, işletecek olan eski sahibi veya bir başkasına teslim ediliyor, zaman ve yerin şartlarına göre harâc ismiyle bir vergi isteniyordu.
Bu vergi, çıkan mahsülün muayyen bir kısmı olabileceği gibi (mukâseme), önceden tesbit edilmiş bir meblağ da olabiliyordu (muvazzaf). Mülk arazi ise öşriyye ismiyle anılmakta ve sahibi, çıkan mahsulün onda veya yirmide birini hususî zekât tahsildarına ödemekte idi.
İşte bu tatbikat, daha sonraki devrelerde de İslâm toprak rejimine temel teşkil etmiştir. Hz. Ömer bu re'yinde fey âyetine dayanıyor, toprak mevzûunda bu âyetin tatbik edilmesi gerektiğini söylüyordu. Zirâ Allah teâlâ fey âyetinde şöyle buyuruyordu:
"Ey iman edenler! Onların mallarından, Allah'ın Peygamber'ine verdiği şeyler için siz, ne at ve ne de deve sürdünüz; fakat Allah Peygamber'ine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah her şeye kaadirdir. Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından peygamberine verdikleri; Allah, peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; içinizdeki zenginler arasında, elden ele dolaşması için değildir. Peygamber size ne verirse onu alın; sizi neden menederse ondan geri durun..."Enfal suresi
Bu devrede devlet arazisinden (harâcî araziden) bazı parçalar halifeler tarafından makul ve meşrû sebeplere bazı şahıslara verilmiş; yani ıktâ edilmiştir. Bu cümleden olarak Hz. Ömer, Kisrâ ve yakınlarına ait iken devlete intikal eden araziden ıktâ'lar yapmış, Hz. Osman da Sâ'd, İbn Mes'ûd, Habbâb gibi sahâbeye bazı arâzilerin hem mülkiyetini, hem de haracını ıktâ eylemiştir.
C. Emevîler Devri:
Daha çok bu devir ile Abbâsiler'in ilk devrinde yaşayan müctehid imamlar, toprak mülkiyetinin nazariyesi üzerine eğilmişlerdir:
İlgili âyetler ile Hz. Peygamber (sav) ve sahabenin tatbikatını birikte gözönüne alan ve te'lif eden mezkûr müctehidler, fethedilen toprakların mülkiyeti mevzûunda şu neticelere varmışlardır:
a) İmam Şâfiî: Savaş ile fethedilen toprakları devlet başkanı, gâzilere dağıtmak mecburiyetindedir; nitekim Hz. Peygamber (sav) Hayber'i dağıtmıştır. Hz. Ömer'in Irak topraklarını dağıtmaması gâzileri razı etmek suretiyle olmuştur.
b) İmam Mâlik: Fethedilen arazi dağıtılamaz; bütün müslümanlar lehine vakıftır; topraktan elde edilen vergi (harac) ordunun techizi, köprü ve cami inşâsı gibi hayırlı işlere sarfedilir. Ancak devlet başkanı bazı zamanlarda dağıtmayı, müslümanların hayrına görürse dağıtabilir.
c) Ahmed b. Hanbel: Devlet başkanı, müslümanların hayrını ve menfaatlerini gözetmek şartıyle muhayyerdir: Bütün müslümanlar namına vakfetmek, dağıtmak, kısmen dağıtmak şıklarından birisini tercih edebilir. Nitekim Rasûlullah (sav) her üçünü de yapmıştır; Kurayza ve Nadir arazisini dağıtmış, Mekke arazisini dağıtmamış, Hayber arazisini ise kısmen dağıtmıştır.
d) Hanefîler: Devlet başkanı fethedilen toprağı dağıtmak, eski sahiplerinin mülkiyetinde bırakmak ve harâc almak, devlete maledip başkalarını yerleştirmek hususlarında serbesttir.
Emevîler'den Abdulmelik zamanına kadar, arazi işlerini yukarda arzedilen şekillerde idare eden dairelerde (divan) kullanılan yazı dili ve memurlar mahallî idi; fetih sırasında devralındığı gibi devam ediyordu. Abdulmelik'in emriyle kütükler Arapçaya çevrildi ve memurlar müslüman Araplar'la değiştirildi.
D. Abbâsîler Devri:
Bu devre kadar arazinin daha çok öşrî ve harâci nevî'lerinin bulunduğunu, öşrî arazinin fatih müslümanların veya onlardan intikal etmek suretiyle diğer müslümanların mülkü olan topraklardan ibaret olduğunu, harâci arazinin ise mülkiyeti ya devlete, ya eski gayr-i müslim sahiplerine, yahut da bunlardan intikal etmek suretiyle müslümanlara ait topraklardan ibaret bulunduğunu görüyoruz.
Bu arada Hz. Peygamber (sav) ve halifelerinin, devlete ait sahipsiz araziden bazı parçaları, İslâm'a hizmet eden bazı âlim, sâlih ve gâzi kişilere ıktâ ettiklerini de tesbit etmiş bulunuyoruz. Ancak bu ıktâ'ların hem miktarlarının az olduğunu, hem de ıktâ'ı-temlik yoluyla yani verilen şahsın mülkü olmak üzere verildiğini de biliyoruz.
Abbâsîler devrinde ıktâ'ı-temlik devam etmekle beraber başka bir ıktâ nev'i yaygın hale geldi. Bu devirde ordu ücretli hale gelmişti. Ordunun ihtiyaçları, hazineye ait vergilerin tahsil edilip maaş olarak dağıtılması yerine doğrudan doğruya arazî gelirine bağlandı. Buna göre devlete ait vergileri bizzat toplayıp maiyyetindeki askerlerin masrafını karşılamaları için muayyen ölçülerdeki topraklar kumandanlara ıktâ ediliyordu. Bu ıktâlarda topraklar, kumandanlara mülk olarak verilmiyor, yalnızca vergiyi toplama ve sarfetme selâhiyeti verilmiş oluyordu. Devlete ait vergilere dayanan bu ıktâ şekli (ıktâ'ı-istiğlâl) daha sonraki devirler için de örnek teşkil etmiştir.
5.Yorumlar:
A- Tüm mülk Allah'ın ,dolayısıyla Allah'ın kanunlarını uygulayan devletin olduğu için ,devlet zulüm yapmadan bu topraklara el koyabilir.Feth edilen topraklardaki sahipsiz topraklar usulüne uygun taksim edilirken,sahipli topraklardan haraç alınır.Bu topraklar satılır, miras bırakılabilir.İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1306, III, 288), (Ebû Yusuf, el-Harâc, 62, 63, 64, 65),(er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XXIX, 284-285).
B-Feth edilen toprakların nasıl paylaşılacağı mezhepler arasında farklılık gösterir.
C- İslam üretilenin bölüşümünü düzenler ve bunun nasıl olacağı ana ilkelerle açıklanır.Uygulamada daha iyiye ulaşabilmek için görüş farklılıkları vardır.
6.Sonuç:
A- İslam bir ekonomik model önermez .Fakat bu başıbozukluk ve düzensizlik demek değildir.İslam'ın ana kriterleri vardır ve ekonomik sistemi de bu kriterlere uymak zorundadır.
B- İslamın ana prensibi olan adalet, paylaşım ve sosyal barış mülkiyet hususunda da dikkate alınmalı.
C-Toprakların bir kısmı, yoksulun vb. nin geçimi için ayrılmalıdır.
D- Sınıfsal farklılıkları en aza indirecek önlemler alınmalıdır.Bunu sağlarken sermaye birikimi sağlamak için ortaklıklar teşvik edilmelidir.Bir kula on pul,on kula bir pul sistemi islami sisteme yakışmaz...
E- Çalışanlar asgari ihtiyaçlarını çalıştıranlarla eşit karşılayabilmelidir.Bunu sağlayacak ücret sistemi geliştirilmelidir.(allahdostuseyyid)
F- Ganimetlerden gazilere pay verilmesi ,emeği geçenlerin ,çalışanların mal edinmede daha fazla hakları olduğu anlamına gelir.
G- Hicret dönemindeki Ensar -Muhacir mal paylaşımı hem mülkiyet hakkının ,hem de adil bir paylaşımın en büyük delilidir.
H- Fey ve ganimet ayetleri incelendiğinde devlet gelirlerinin 1/5'inin yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara ayrılması gerekir.Bu da sosyal devlettir.
I- Koru çevirmeme hadisi büyük toprak ağalığının engellenmesi gerektiğini gösterir.
İ- Müslümanların üç şeyde ortak olması hadisi kamu mülkiyetini gösterir ve bunlar:
Su: Denizler göller, ırmaklar vb. ortak yararlanma hakkını kapsar.
Mera: Dağları,ormanları, ovaları vb. kapsar
Ateş: Petrol, gaz ve madenler...