GAZALİ'YE YAPILAN ELEŞTİRİLER

"Peygamberler Cebrail'den bilgi alır biz doğrudan Allahtan alırız.Onlar hazır bulur biz çalışarak buluruz.Onlarınki vehbi, bizimki kespidir." demektedir.



Yazdığı eserlerle Müslümanları en çok etkileyen âlimdir. Bazılarına göre; Hüccet’ül-İslam/ İslam’ın delili’dir. Bazılarına göre de; ‘Hüccet’üs-Sûfiyyîn/ Sûfîlerin delilidir. 40 yaşından sonra tasavvufa yönelmiştir. O zamana kadar İslam’ın dışında kabul edilen tasavvuf İslam’a dâhil etti. Tasavvuf onunla meşruiyet kazandı. Tasavvufu İslam’a yaklaştırmadı. Tam aksine şeriatı tasavvufa yaklaştırdı. Yani tasavvufun İslam dışı kaynaklardan gelen düşünceleriyle mücadele edeceği yerde, İslam’ı eğdi, büktü, İslam’ı tasavvuf terminolojisi ile ifade etti.

Bir diğeri sufi tahayyülü ve irfani “keşfi”nin örgüsüyle daha da ileri giderek onu, Hz. Musa peygamberden daha faziletli kabul eder. Hz. Musa ve Hz. Muhammed (a.s) arasında meydana gelen münazara hikâyesinde Hz. Musa, Hz. Peygambere “Benim ümmetimin âlimleri Ben-i İsrail’in nebileri gibidir mi diyorsun?” diye sorunca, Hz. Muhammed “Evet” diye karşılık vermiş; Hz. Musa “Delilin nedir?” dediğinde Hz. Muhammed de “Gazali’nin ruhunu getirin” demiştir. Gazali’nin ruhu gelince ondan Hz. Musa’yla karşılıklı tartışmalarını istemiş, Gazali de bu münazaranın galibi olmuştur.[M. Abid el-Cabiri, Gazali Düşüncesinin Temel Unsurları ve Çelişkileri, Çev; Mesut Okumuş, AÜİF Der, 2003/1]


Gazali’yi özellikle mutasavvıflar göklere çıkarsalar da, çağdaşı pek çok âlim onun başyapıtı İhyâ’sının yakılması için fetvalar vermiştir. İbn’ül Cevzî; İhya’nın uydurma hadislerle dolu olduğunu, içinde pek çok bâtınî teviller olduğunu söyler. İbn-i Teymiyye de; İhyâ’da İhvan-ı Safa’nın izleri olduğunu, diğer eserlerinde pek çok bozuk felsefi fikirler ve saçma tasavvufi hususlar olduğuna işaret eder.[Süleyman Uludağ, Gazali md, DİA, C.13, s.517 ] Son Şeyhülislam Mustafa Sabri’de onu, bağışlanmayacak hataları olan biri olarak niteler. Bir başka âlim ise onun hakkında “Yeryüzünde ondan daha çok yalan içeren bir kitap bilmiyorum.” der.

Yine bazıları, İslam’da ruhbanlığın olmadığı herkesin malumu olmasına rağmen onun Mesih’in görüşleriyle delil getirmesini ve Hristiyanlıktaki ruhbanlığa davetini ayıplarlar. Onun din anlayışında, zenginlik yerilir, fakirlik övülür. Nefs terbiyesi için bir lokma bir hırka ile yaşamak tavsiye edilir.


Gazali, adına ister ilham isterse keşif densin, Şii irfanına karşı çıkarken, sufi irfanını koruyup onu canla-başla savunmaktadır. Oysa ikisi de tamamıyla aynı kaynaktan beslenmektedirler. Gazali, evliyanın keşf ve ilham ile peygamberler gibi gaybtan haber aldığını söyler. Sadece tek farkla ki, melek veliye görünmez, sadece sesini işitir(!) Ona göre kalp aynası temizlenirse Levh-i Mahfuz’daki bilgiler o kalbe yansıyabilir. Bunun olması için de kişinin uzlete çekilmesi gerekir. Farz ve sünnet namazlarla yetinmeli, Kur’ân okuyarak, tefsir ve hadis gibi ilimlerle uğraşarak himmetini dağıtmamalıdır(!)[Gazali, İhya, C.3, s.42 ] Artık kişi, kalbini arındırdığı için gayb’tan ve gelecekten haber vermesi mümkündür(!) Böylece Gazali’den icazeti alan sûfîler bundan sonra levh-i mahfuz’u okuyacaklar, hadislerin sıhhatini Rasulullah’a soracaklar, her türlü zırvalarına keşf ve mükâşefe kisvesi giydirebilecekler, Hızır’ı görebilecekler, gayb’tan sesler işitebilecekler. Ledünni ilme vakıf olup, kalpleri okuyabileceklerdir (!)

*Gazali kabir hayatını Allah’ın bazı seçkin kullarının bilebileceğini söyler. ‘Kabir halleri, Allah’ın bir ikramı olarak âlem-i ervahın bazı sırlarını kendilerine açtığı bir kısım sayılı kulların haberlerinden öğrenilir’ der.[ Gazali, İhya, C.4, s.532 ]

Gazali, içinde yaşadığı devletin bir “resmi filozofu” idi. Yirmi sekiz yaşından itibaren Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün maiyetine dâhil olmuştu. Batıniliğe karşı “Fedâihu’l-Bâtıniyye”sini Abbasi halifesinin emriyle yazmıştır. O, Eşarilik ve tasavvuftan mürekkep, Sünni İslam’ın muhafızı idi! Tasavvuf ise; Selçuklu devleti varlığının idari ve ideolojik temeli idi.

Gazali, mürted’in katli konusunda kendi mezhebi olan Şafiilikten daha katıdır. İmam Şafii’ye göre mürtedin tövbesi geçerlidir ve onun samimi itirafı af edilmesi için yeterlidir. Gazali ise, istitâbe (tövbe edip, İslam’a dönme) hakkını sadece sıradan halka tanımakta, batınilere güvenilemeyeceğinden onların idamını ister. Artık mürted olmak için İslam’dan çıkmak değil, Sünnilikten çıkmak yeterlidir! Halifeye isyan edenin küfrü sabit olmuştur ve süikast dâhil her bir yöntemle böyle bir mürtedin varlığı yeryüzünden temizlenmelidir. Gazali, Tehafüt’ü ve Fedâihiyye’sinde İslam toplumuna dahil olabilmek için bir çok kriter vazeder! Böylece Aristocu felsefecilerin ve İsmaili davetçilerin katline cevaz bulur.[Şafii ve Gazali’nin Mürted Hakkındaki Görüşleri, Frank Griffel, Çev; Ş. Selim Has, İslam Hukuku Araştırmaları Der., Nisan/2006 ]

“Vahiy ile ilham arasında fark yoktur. Fark sadece vahyi getiren meleğin görünüp görünmemesindedir. Ariflerin kalplerindeki bilgiyi melekler getirir” deyiverir. “El-Munkizu min’ed-Dalâl”inde; seyr-i sülûkta tecrübe edilen müşahede ve mükaşefeler sayesinde kendisi de dâhil, sûfîlerin Peygamberlerin ruhlarını gördüklerini, seslerini işittiklerini ve onlardan bir takım bilgiler aldıklarını söyleyiverir.[Gazali, Mişkat’ül-Envar- Mustafa Öztürk, s.303 ]


Hasan Sabbah masum İmam’a çağırır, Gazali’de “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” diyen Sufilerin yoluna çağırır. Ona göre şeyhi olmayan kimse ırmak kenarında dolaşan köre benzer! O dönemde İsmailiye mezhebinin en önemli propaganda silahı “Muallim ve Ta’lim” felsefesidir. Yani bir Mürşid/masum imam olmadan din öğrenilemez!

Gazali’ye, bazıları felsefecilerle uğraştığı, onları acımasızca eleştirdiği için çok kızarlar. O, meşhur Tehâfet’ül-Felâsife’sinide filozofları yerden yere vurmuştur. Lâkin, kendisi mantığa ‘miyar’ul-ulûm/ilimlerin ölçüsü’, ‘mizân’ul-hak/ hakkın terazisi diyerek, felsefenin temeli olan Yunan mantığını kabul etmiş, mantık bilmeyenin ilmine güven olmaz demiştir.


Talebesi Ebu Bekir İbnü’l-Arabî; “Şeyhimiz filozofları yuttu, sonra kusmak istedi fakat başaramadı” der. İbn-i Teymiyye ise onu; ‘Şeyhimiz felsefeye bir daldı, bir daha çıkamadı’ der. Yine onu; “Felsefi fikirleri, tasavvuf kalıbına dökerek anlatan adam” olarak niteler. Gazali’nin yolu İslam ile Meşşailik arasındaki berzah, tampon bölgedir. “Onu okuyan ne tam Müslüman olabilir, ne de tam Meşşaî!” denir. Daha önceki Eşarî fikirlerinin, kendisinden sonraki tasavvufi anlayışın birleşmesiyle İslam dünyası gerileme sürecine girmiştir. Artık ne müspet ilim gelişir, ne de fikri hayat! [Süleyman Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, s.253-4 ]

Kudüs H. 492 yılında Haçlılar tarafından işgal edilmişti. Gazali bu yıllarda Kudüs ve Şam’da yaşamasına rağmen Haçlılar aleyhinde bırakın cihad fetvası yayınlamayı, tek bir satır yazı dahi yazmamıştır. Bu yıllarda Koca Gazali, ya Şam minaresinde, ya da; Kudüs’te kapıları kilitlemiş, odasını kapanmış, halvet ve uzlete kapanmıştır. Sadece Gazali değil, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, İbn Fârıd gibi Tasavvuf büyükleri de haçlı seferleri zamanında yaşamış olmalarına rağmen, Haçlılar aleyhinde tek söz söylememişlerdir.

Koca Gazali’den beklenen ümmetin başına geçip, ümmeti cihada teşvik etmek olmalıydı, değil mi? Tıpkı, İbn-i Teymiye’nin Moğollara karşı yaptığı gibi. Gazali Kudüs işgal edildikten sonra 13 sene kadar daha yaşamıştır. Hüccet’ül-İslam’ımız bu yıllarda küçük cihad yerine, büyük cihadla/ nefis terbiyesi ile meşguldü. Kalbi cilalayarak Levh-i Mahfûz’dan bilgi indirmeye, cansızların evliya ile nasıl konuştuğunu anlamaya çalıştığından, küçük cihad (!) için vakit bulamamış olmalıdır.

*Koskoca Hüccetimiz okuyup, ilim öğrenmeyi de şöyle engellemiştir. ‘Âlim; bir kitaptan ezberleyen, unutunca cahil olan kişi değildir. Âlim, ilmini ancak Allah’tan alan kişidir’. Yani ezbersiz, ders çalışmaksızın, dilediği zaman Rabbinden vasıtasız alan kişidir.

Gazali önce işe fıkıh ve kelamla başladı. Sonra felsefeye daldı. Sonra da tasavvufa meyletti. Ömrünün son demlerinde de selefin yoluna dört elle sarıldığı, Buhari okumaya başladığı, hatta göğsünde olduğu halde ruhunu teslim ettiği söylenir.

Koca Gazali’miz, uzun ilmi ve felsefi hayatında ciddi ruhi, hatta itikadi bunalımlara sürüklendi. Aslında o içine düştüğü çelişkilerden dolayı bunalıma düşünce mekânsal olarak Kudüs’e, fikri olarak da tasavvufa sığınmaktan başka önünde bir seçenek kalmamıştır. Aslında bu sadece Gazali’nin değil, bir düşüncenin, bir kültür ve milletin krizidir.[ Nasr Hamid Ebû Zeyd, en-Nass, s.59, nakleden; Mustafa Öztürk, A.g.e, s.375 ]