ALİ ŞERİATİ ELEŞTİRİLERİ

ALİ ŞERİATİ: 1933- 1977 . 44 yaşında  Londra'da Şah rejimi tarafından zehirlenerek öldürüldü. Şam'daki Hz. Zeynep türbesinin yanında toprağa verildi.

 
İran Devriminin ideologlarından olan ve din sosyolojisi alanındaki eserleriyle tanınan Şeriati 1933 yılında İran'da doğdu. Babası ilerici milliyetçi bir vaizdi. Eğitim yıllarında ilk kez İran'ın daha aşağı sınıflarından insanlarla tanıştı, var olan fakat bilmediği yoksulluk ve zorluklarla tanışması bu dönemde oldu. Ayrıca aynı dönemde Batı felsefi ve siyasi düşüncesiyle de tanışmıştır. Modern sosyoloji ve felsefenin bakış açısı ve bunun geleneksel İslami prensipler ile harmanlanması aracılığıyla Müslüman toplum ve toplulukların karşılaştığı sorunları açıklamaya ve çözümler bulmaya çalışmıştır. Şeriati Mevlana ve Muhammed İkbal'den büyük ölçüde etkilenmiştir.

Ali şeriati düşünce olarak bir çığır açmıştır. o klasik islami düşünürler gibi davranmamış öz'e dönüş çağrısında bulunmuştur ama bu öz geleneksel dini öz değildir. içinde muhammed'i (sav) diriliş ve ruhun, Ali ve Eb-u zer'in devrimci ruhunun bulunduğu yenilikçi bir öz'e dönüştür. bu görüşlerinden dolayı Türkiye'de şii, İran'da sünni olarak eleştirilere maruz kalmıştır.

Marksizme gerek olmadığını, zaten İslam dininde sosyalizmin olduğunu (öyle zekat verme felan gibi değil, basbaya bildiğimiz sosyalizm) iddia eden sosyolog.


ESERLERİ:
Ali Şeriatî, edebi bir üslupla daha çok sosyal konularda eserler kaleme almış olan ve 60 civarındaki eserlerinin hemen hemen tamamı Türkçeye çevrilmiştir.

Ebu Zerr el gifari :
Saadet devri ve islami fetihlerin sorgulanması, halife seçimlerindeki yanlışlıkları ve bu süreçteki ilk başkaldırı örneği Ebu Zer in hayatını anlatır.Ebu zer adlı kitabında saltanatçı Emevi islamının kur'an islamına nasıl galip gelmeye başladığı uzun uzun anlatır.

Muhammet kimdir :
Kitabından bir kaç alıntı.

“muhammed’in ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”
“acaba muhammed, ….ali’yi kollamayacak mıdır? …sükutuyla …o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir?”

"ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.”

“ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)

osman… görüş açısı dünya görüşü dar ve zayıf birisidir. peygamberle yaptığı işbirliği sırasında kimse onun en ufak bir üstün ve fevkalâde iş yaptığını görmemiştir. islâm’ın öz ruhunu, derinliğini, sınıfsal yönelimini hissedememiştir. islâm’ı, “şiarlar” ve islâm rehberini “şiarları yücelten”den başka bir şey olarak niteleyemiyordu. servet ve süse, kavmine ve kendine düşkünlüğü, büyüklere ve altına, güç ve kan sahiplerine saygıda bulunma, onun ruhunda o kadar güçlüdür ki, onun ahlâkî bağı, islâm’dan daha çok cahiliyeye yakın ve iç içedir. en büyük tehlike, tehlikeli ve güçlü beni ümeyye hanedanına mensup oluşudur. kuşkusuz o’nun böyle bir ruhsal yapı ve görüş açısıyla, bu uyanık, layık islâm maskesi takmış güçlü düşmanların elinde bir “sadık uygulayıcı”dan başka bir konumu olmayacaktır. (s: 318)


Abdürrahman bin Avf …mal severliği süse düşkünlük huylarını, câhiliyeden kendisiyle birlikte taşımaktadır. “Menfaat” ile “hakikat” onun gözünde ayrılmaz bileşik ve birbirinden ayırt edilmez bir olgudur. (s: 323)




Medeniyet ve Modernizm :
Kitabından bir bölüm :
"Batılılar bir şeyi hep gizlerler, kimsenin bilmesini istemezler. o da şudur: yunan’a medeniyet ve felsefeyi öğreten dicle ve fırat arasında yaşayan kürtlerdir. yunanlılar kürdlerden alıp dünyaya yaydı."



İnsanın dört zindanı:
İnsanın dört zindanı eserinde doğa, tarih, toplum ve benlik zindanlarını tanımlar.



SÖZLERİNDEN:
"Soyut bir tanrı anlayışı, egemenlerin tanrı anlayışıdır. Asr-ı saadet’te din ile adalet eşdeğerdi. Ama sonradan ilahî adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin. bunu söyleyenler, dinin afyon tüccarlarıydı."

"Okuyun. zira mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor."


“İbrahim gibi, İsmail’ini seçip Mina’ya getirmelisin. kimdir İsmail’in? kendin bileceksin, başkalarının bilmelerine gerek yok. karın olabilir, yeteneğin, işin, cinsiyetin, gücün, rütben, mevkin vs. olabilir. hangisi olduğunu bilmiyorum, fakat ismail ibrahim’in yanında ne kadar sevgiliyse, senin yanında da o kadar sevgili olması gerekir. İsmail’in bazı göstergeleri, hürriyetini senden alan ve görevlerini yapmana engel olan her şey, seni eğlendiren, gerçeği bilmen ve duymandan alıkoyan, sorumluluğu kabul etmekten çok seni özür aramaya iten her şey ve yalnızca ileride desteğini almak için seni destekleyen herkestir. onu hayatında arayıp bulmalısın. eğer Allah teala’ya yaklaşmak istiyorsan, İsmail’ini Mina’da kurban etmelisin.”

''Dindar bir toplumu ancak din adına, din alimleri kandırabilirdi ve öyle de oldu.''

 







Eleştiriler: 
Öte yandan onun fanatik bir şii gibi bazı sahabeye hücum etmesi göz ardı edilmiş, adeta hoş görülmüştür. Şeriatî’nin eserlerinde İslamla sosyalizmi sentezlemeye çalıştığı da hissedilmektedir. Ayrıca Allah hakkında kullandığı teşbih ve tecsimi çağrıştıran benzetmeler de İslâm âdabına uygun düşmemektedir.

İslâm nedir-III isimli kitabın 151'inci sayfasından:
"allah gerçek bir "janus" (78). iki çehreli allah! yahova çehresi, teus çehresi, iki seçkin ve çelişik sıfatı! "kahhar" ve "rahman". yahova gibi "müntegım" (intikamcı), "müstebit", cebbar, mütekebbir ve "şedidül-ikab", "kibriya arşı"na yaslanmış, melekût örtüleriyle örtülü, yeri, "ötede ve her şeyin üzerinde", alttaysa mutlak saltanatı söz konusudur. aynı halde teus gibi "rahman", "rahim", "rauf", "gafur" (79)dur. yeryüzüne inerek insanla, topraktan olan "halifesi, akrabası"yla dostluk bağı kuruyor. onu "kendi yüzüne benzer" bir yüzle gösteriyor. onu kendine benzer yaratacağı müjdesiyle müjdeliyor. öylesine insanla samimi ve dost oluyor ki ona "şah damarından daha yakın olduğunu açıklıyor...”
“not: (78) janus, yunanın iki çehreli tanrısıdır. geçmiş ve geleceği bilen."


Gadir Hum hadisesini taraflı aktarıyor.
Sahabeyi küçük düşürücü ifadeler kullanıyor.

Usame olayını taraflı anlatıyor:
Resulüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hastalığı anında sefere çıkmak üzere olan Üsâme ordusundan bahsederken şöyle diyor:
“Ebûbekir ile Ömer sıradan asker idi. Bu mesele onların ağrına gidip, açıkça Üsame’nin komutanlığına itirazda bulundular.” (s: 324)
Bu söz bir acem yalanı olup gerçek tamamen tersidir. Üsâme Hazretleri genç ve tecrübesiz olduğu için başka bir kumandan tayininin daha uygun olacağını söyleyenlere Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh); “Ben, Resûlüllah’ın tayin ettiği kişiyi kumandanlıktan alamam” diye cevap vermiştir. Hatta Hz. Üsâme at üzerinde olduğu halde kendisi yaya olarak onu Hazreti Resûlüllah’in tayin ettiği kumandan olarak uğurlamış, Üsâme (Radıyallahü anh) bundan sıkılıp ata onun binmesini isteyince de; “Allah yolunda birazcık da bizim ayağımız tozlansa ne olur” diye cevap vermiştir.

Ebu Zer isimli kitabında ciddi sıkıntılar var.(Mustafa İslamoğlu)


Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i başkalarına küfür eden biri olarak gösteriyor:
Vefatından önce herkese hakkını vermek isteyen Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediğini yazıyor:
“Ey halk, kimin sırtına kırbaç vurmuşsam… kime küfür etmişsem…” (s: 329)

Şehid kitabında sövmediği sahabe yok.Talha,Zubeyr e etmediği söz kalmamış.Din adamı değildir.(kadir mısırlıoğlu)

 Hazreti Ömer’in, Ashâb-ı kiramın diğerleri gibi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolunda canını feda etmekten çekinmeyeceğini bütün müslümanlar bilir. Ama Ali Şeriatî, Peygamberimiz’in ömrünün son saatlerinde bir şeyler yazmak istemesi üzerine, Hz. Ömer’in Peygamberimiz hakkında şöyle söylediği iftirasını yapıyor: “Bu adam savsaklıyor.” (s: 333)

Bütün tarihlerin yazdıklarına göre, Peygamberimiz, başı Hz. Aişe validemiz’in göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etmiştir. Şeriatî ise tarihe yalan bir not düşerek bu son hali şöyle anlatıyor:
Ali, Muhammed’in başını göğsü üzerine aldı.” (s: 336)


Ali Şeriatî’nin cahilliklerine gelince:
a) Haccın başlangıcını zilhiccenin 9. günü olarak anlatıyor. (s: 79)
Halbuki hac, Zilhiccenin 8. günü başlar.

b) “Âdem doğduğu zaman” (s: 84) diyor
Hazreti Âdem doğmamış, topraktan yaratılmıştır… 

c) “Hacta ilk hareket Arafat’tan başlar” (s: 86) diyor.
Yanlıştır. Hac Mina’dan başlar.

d) Şeytan taşlamak için toplanacak taşları şöyle tarif ediyor: “Cevizden daha küçük, fıstıktan daha büyük” (s: 101)
Yanlıştır. Doğrusu şöyle: Nohuttan büyük, fındıktan küçük.
Milyonlarca hacı cevizden küçük taşlar toplasa Mina’da taş dağı meydana gelir.

f) “Demek Allah için insan kurban etmek yasak oluyordu. Oysa geçmişte bu, yaygın bir dinî gelenek ve ibadetti.” (s: 135)
Dinî gelenek derken hak dini kastetmektedir. Oysa hak dinde insan kurban etmek gibi bir gelenek ve ibadet yoktur.
g) “Şimdi her şey sona erdi. Nerede? Mina’da!” (s: 146)
Yanlış. Hac Mina’da bitmez. Çünkü daha ziyaret tavafı yapılacaktır.

h) “Bugün Zilhiccenin onu. Kurban Bayramı, Hacc sona erdi.” (s: 146)
Yanlıştır. Taşlama devam etmektedir.

i) “Bu üç günde (bayramın üç günü) Mina bölgesinden dışarı çıkmak yasak! Ka’be’yi tavaf için bile geceleyin dışarı çıkmaya hakkın yok.” (s: 147)
Bu da ancak zır câhillerin düşeceği bir yanlış. Böyle bir yasak yok.

7- Şeriatî’nin Hac kitabında bazı mübârek isimler geçiyor.
Meselâ: Harun kelimesi 1 defa,
Peygamber kelimesi (Peygamberimiz kastedilerek) 3 defa,
Musa kelimesi 4 defa,
Ali kelimesi 5 defa,
Hüseyin kelimesi 6,
Hacer kelimesi 9 defa,
Muhammed kelimesi 10 defa,
Âdem kelimesi 21 defa,
İsmail kelimesi 90 defa,
İbrahim kelimesi 131 defa geçmektedir.
Buna rağmen hiç birini “Hazret” kelimesiyle anmıyor. Hiç birinde “Hazret” kelimesi veya “Aleyhisselâm” da yok…
Not: Şia kültüründe ve İran'da  Hazret kelimesi Ali dahil kullanılmamaktadır.